Asistanların İşgüvencesi Sorunu: Efsaneler ve Gerçekler

İşyeri temsilciliğimiz 2547 sayılı YÖK yasasının 50/d maddesi kapsamında lisanüstü eğitimle sınırlı olarak güvencesiz bir şekilde istihdam edilen araştırma görevlilerinin işgüvencesi çerçevesinde gündeme gelen çeşitli argümanları içeren bir broşür hazırlamıştır. Broşürde işgüvencesi sorunun akademik ve hukuki boyutları ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır.

EFSANE 1. Eskiden Araştırma Görevlileri/Asistanlar işgüvenceleri olduğu için hiçbir şey yapmadan senelerce kadro işgal ediyorlardı. 50/d sonrasında artık bölümde kalabilmek için daha çok çalışmak, daha üretken olmak gerekiyor. Öyleyse 50/d verimliliği artırmaktadır.

GERÇEK 1. Geçmişte olduğu gibi bugün de işgüvencesi, çalışanların görevlerini yerine getirmediği takdirde çeşitli yaptırımlarla karşılaşmasına engel değildir. Akademide iş güvencesinin kaldırılmasının verimi artırdığı ya da daha çok çalışmaya sevk ettiği düşüncesi hakim neoliberal ideolojinin yarattığı bir yanılsamadır. Gelecek kaygısının yarattığı belirsizlik altında verimli bir akademik çalışma yapılamaz. Bilimde bugüne değin sağlanan başarılar büyük ölçüde güvenceli çalışma koşullarının ürünüdür. İnsanları çalışmaya ve üretmeye yönelten temel dürtü gelecek kaygısı değil bilakis toplumsal ve kurumsal değerler sisteminin etkisi altında şekillenen bilimsel merak ve öğrenme aşkıdır. Günümüzün piyasa fetişizmi bilgiyi araçsallaştırmış, bilimi toplumsal yararı gözeten bir etkinlik olmaktan çıkararak bireysel kazanç aracına dönüştürmüştür. Oysa bilim insanlığın kolektif birikiminin ürünüdür ve doğası gereği özelleştirilemez.

Eğer iddia edildiği gibi olsaydı verimsizliğin ve yetersiz çalışma sorunlarının 50/d atamalarından sonra ortadan kalkması gerekirdi. Aksine akademi bugün hiç olmadığı kadar verimsizdir. Türkiye çıkışlı SSCI ve SCI endekslerinde taranan yayınların sayısı artmasına karşın bunlara neredeyse hiç atıf yapılmamaktadır. Bu verimsizlikte asıl pay 50/d’nin yarattığı gelecek belirsizliğidir. Bu belirsizlik asistanları, amirlerinin direktifleri doğrultusunda düşünmeye, çalışmaya ve üretmeye itmektedir. Talep edilenin dışına çıkan her türlü akademik etkinlik, iş güvencesi tehdidiyle daha baştan engellenmekte, özgür ve yaratıcı düşünce daha baştan ipotek altına alınmaktadır. Ve son olarak bu iddiayı öne süren ve güvencesizliği savunan öğretim üyelerinin kaç tanesi 50/d aşamasından geçmiştir? Nasıl profesör olmuşlardır? Aklımıza olmadık şeyler geliyor? Kalite? Liyakat? …


EFSANE 2. ABD Üniversitelerinde imbreeding (içeriden beslenme) yok. Bu nedenle akademik kalite daha yüksek.

GERÇEK 2. Bunu iddia edenlerin ABD üniversitelerine dünyanın dört bir yanından eğitimli işgücü arzı aktığından haberlerinin olması lazım. Yani ABD üniversiteleri hazıra konuyor. Biz de ise tam tersine en yetenekli öğrenciler, gerek maddi şartlar gerek güvencesizlik ve en önemlisi üniversitelerimiz bitip tükenmeyen iktidar oyunlarına boğulup bilimsel çalışmayı bir kenara bıraktıklarından mesleki tatmin elde edemeyecekleri düşüncesiyle akademik kariyerden uzak duruyorlar. Ayrıca akademik işgücü piyasası oluşturma düşüncesini öne sürenlerin öncelikle kadro atamalarında liyakatın esas alındığına bizi ikna etmeleri gerekir. Son bir nokta daha…İşgüvencesi imbreeding anlamına gelmez. Üniversite hem asistanlarına işgüvencesi verip hem de dışarıdan beslenebilir. Ayrıca hem imbreedinge karşı çıkıp örneğin Hacettepe’de 50/d kapsamında çalışan bir araştırma görevlisinin seçkin bir kamu üniversitesi olan ODTÜ’de doktora yapmaya karşı çıkılmasını nasıl açıklıyorsunuz? Orası “dışarısı” değil mi?
EFSANE 3. Bilim Batı’da üretilir. O nedenle üniversitemiz ABD ve İngiltere’de doktora yapanları istihdam etmelidir.

GERÇEK 3. Evet Batı’da bilim çok daha gelişkin. Peki 70 yıldır biz ne yapıyoruz. Evet, aynı kalitede lisansüstü eğitim yapmamızın önünde kurumsal ve maddi engeller var. Peki bunun için istek ya da inanç var mı? Kaç öğretim üyesi doktora eğitiminin kalitesini dert ediniyor?
Ayrıca yurtdışına doktora yapan ekseriyetin akademik performansını görünce sorunun çözümünün bir zihniyet devriminde olduğunu görüyoruz. Bilimin Batıda üretileceğine ilişkin oryantalist inanç kimi eski sömürge ülkelerde çok yaygındır. Örneğin Hindistan ve Pakistan’da…Bunlara sömürge aydını denir ve bizde de bu türün çok örneği vardır ne yazık ki… Bunları söylerken bilimin uluslararası etkileşime duyduğu gereksinimi yadsımıyoruz elbette.


EFSANE 4. 50/d’de 1 yılda, 33/a’da 3 yılda bir kadro yenileniyor. 50/d güvencesiz ise 33/a da güvencesizdir, bir fark yoktur.


GERÇEK 4. 33/a’da öğrenim süresi dolduktan sonra kendiliğinden iş akdinin feshi sözkonusu değil. Oysa 50/d sadece lisansüstü eğitimle sınırlı bir çalışma süresi getiriyor. 33a kadrosu ise hukukan kamu hizmetinin sürekliliği çerçevesinde güvenceli bir istihdam sağlıyor. Eğer her ikisinin de güvencesiz olduğu iddia ediliyorsa biz bunlardan 33a’yı tercih ediyoruz.

EFSANE 5. 50/d öncesinde şimdi olduğu kadar çok asistan kadrosu verilmiyordu. Yüksek Lisans/Doktora yapmak isteyenler bu sayede burslu öğrenci gibi okuyabiliyorlar.

GERÇEK 5. 50/d kadrosunda araştırma görevlisi olarak istihdam edilenler burs değil maaş almaktadırlar ve aldıkları bu maaş karşılığında öğrenci danışmanlığından ders ve sınav programlarına ve sınav gözetmenliklerine uzanan birçok idari ve yarı akademik ve akademik işleri yerine getirmektedirler. Birçok bölümde araştırma görevlileri derslere girmekte, sınav kâğıdı okumaktadır. Oysa burs tanım gereği karşılıksızdır. Burada bir aldatmaca vardır. 50/d uygulaması günümüzde birçok sektörde işgücü maliyetlerini azaltmak ve işgücü üzerindeki denetimi artırmak için yaygınlaşan güvencesiz, esnek ve taşeron çalışmanın üniversiteye yansımasıdır. Üniversitelerde kamusal mantığın yerini piyasa mantığına bırakmasıdır esas sorun. Bu istihdam koşulları insanın toplumsal varoluşuna aykırıdır. İnsanın entelektüel ufkunu köreltmekte, kişiliksizleştirmektedir. Devlet doktora eğitimini özendirmek için burs vermek istiyorsa daha yaygın bir şekilde burs vermelidir. Oysa asistanlık mesleğe atılan ilk adımdır ve akademik açıdan yeterli bir kurumda pekala kendi kurumsal geleneklerini özümsemiş kaliteli akademisyenler yetiştirilebilir. Yeter ki böyle bir dert olsun…

EFSANE 6. 50/d kadrosu ile işe girenler, bunun geçici bir iş olduğunu baştan biliyorlardı. Sonradan buna itiraz etmeleri bu durumla çelişmektedir.

GERÇEK 6. Birçok insan doktora bursu almak için değil akademik hayata katılmak için araştırma görevlisi oluyor. Akademik hayata katılmak isteyen idealist ve bilme ve öğrenme isteğiyle yanıp tutuşan gençlerin önünde başka bir seçenek konuluyor mu ki ?


Bugün çalışanın tüm çıkarlarını gözeten bir kadro tanımlaması halihazırda mevcut değildir. Durumun böyle olması, çalışanın atanma koşullarını ve meslek tanımını kayıtsız şartsız kabul edeceği/etmesi gerektiği anlamına gelmez. Emeklilikten sağlık sigortasına çeşitli alanlarda bugün üzerinde tartışmadığımız birçok hak, sonradan yürütülen mücadeleler sonucu kazanılmıştır. Aynı durum 50/d maddesi ile atanan araştırma görevlileri için de geçerlidir. Öte yandan günümüzde 50/d, araştırma görevlileri için bir tercih değil sosyo-ekonomik yaşam koşullarının yarattığı bir dayatmadır. Geleceğin belirsizleştirildiği ya da birim amirinin iki dudağının arasına sıkıştırıldığı, her yıl yeniden sözleşme yenileme korkusunun yaşandığı, doktora sonrası dönem için kapı dışarı edilme tehdidinin her türden özgün akademik çalışmanın önüne çıkarıldığı bir kadro atamasının başka bir durumda kabul edilmesi de beklenemez.

EFSANE 7. Akademinin özel bir durumu vardır. Zaten hocaları tarafından istenen ve yetiştirilen öğrenciler bölümlerinde kalacaklardır. Bunların dışında kalanlar akademiye layık değiller.

GERÇEK 7. 50/d’nin belki de en tehlikeli yönü, liyakati dikkate almaması, araştırma görevlisinin geleceğini bölümdeki güç ilişkilerine tabi kılmasıdır. İş güvencesi bir kez ortadan kalktığında hocaların öğrencilerini hangi bilimsel ve akademik kritere göre seçtikleri meselesi artık tali bir meseledir. Ayrıca 50/d maddesinin yüksek lisans ve doktora düzeyinde araştırma görevlilerinin bilimsel ve akademik niteliklerini ölçen hiçbir cetveli yoktur, olması da beklenemez. Bilimsel ve akademik yetkinlik ancak iş güvencesinin temin edildiği bir ortamda tartışmaya açılabilir.
Bunun gibi, 50/d'li kadro sonrasında doktorasını bitirip iş hayatına atılacak bir kişi nereden baksanız 30 yaşına yaklaşmaktadır. Bu noktadan sonra zaten ultra rekabetçi olan bir piyasa ortamına “yaşlı” ve piyasa koşullarında “değer”i olan tecrübeden yoksun bir şekilde terkedilmiş olacaktır.

EFSANE 8. 50/d’den 33/a’ya geçmek hukuki olarak mümkün olsa bile norm kadrolar nedeniyle fiili olarak mümkün olmayacaktır.

GERÇEK 8. Üniversitelerde halihazırda norm kadro uygulaması yoktur. Ayrıca 33a’ya geçiş işlemi için yeni kadro gerekmiyor. Çünkü yapılan işlem bir statü değişikliği'nden ibarettir. Bu çerçevede birçok üniversitede sayısı binlere varan 50/d’li 33a’ya geçirilmiştir.

EFSANE 9. Her koyun kendi bacağından asılır…

GERÇEK 9. İnsan kalabilmek, insanca yaşayabilmek ve insanlık yararına özgürce bilim yapmak için işgüvencesi. Herkese koşulsuz işgüvencesi için mücadele ve dayanışma…

EĞİTİM-SEN ANKARA 5 NOLU ÜNİVERSİTELER ŞUBESİ
HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ İŞYERİ TEMSİLCİLİĞİ